Monday, May 2, 2011

Never Let Me Go




Ceren’le cumartesi akşamı planımızdı, ama beyazperde.com’un ve gece seansı koymayan sinema yönetimlerinin gazabına uğradık, üstüne ikimiz de planı kendi kafamızda yapınca pazar gününe nasip oldu.

Never Let Me Go, Kazuo Ishıguro’nun 2005 yılında yayımlanan çok satan romanından uyarlanmış bir Mark Romanek filmi. Kendisi aslen videoklip ekolünden geliyor, bu ikinci uzun metajlı sinema filmi, ilki ise One Hour Photo. Akılda kalan klipler ise RHCP’nin Can’t Stop’ı, Michael Jackson’ın Scream’i, Madonna’nın Bedtime Story’si vs… Kitap çok önemli bir kitap olarak gösteriliyor, bu yüzden Romanek’in eli yüzü düzgün bir iş çıkarması kendi kariyeri açısından önemli.



Tıp dünyasındaki bir gelişme ile ortalama insan ömrünün 100 yıl üzerine çıktığı bilgisini alıyoruz önce. Ardından yatılı bir okuldaki çocukları izliyoruz ilk perde boyunca. Gelişimleri boyunca korkutulmuş, tektipleştirilmiş, hayal kurmalarına bir yere kadar müsade edilmiş onlarca çocuk aslında birer klon. Ve işin şu ana kadar çok sık rastlamadığımız yanı da aslında bu durumdan haberdar olmaları. Yani kaderlerinden, başlarına geleceklerden haberleri var. Hepsi yedek parça olarak kullanılacak birer makina, eğitim almıyorlar, sadece gerektiği gibi yetiştiriliyorlar burada. Hayal güçleri yok, kendilerine verilen pullar ve düğmelerle satın alabildikleri eski püskü, kırık dökük öteberi ile mutlu oluyorlar. İçlerinde bunlarla mutlu olmayan da var ama onun bile aklına bu durumu sorgulamak ya da karşı çıkmak gelmiyor. Mutlu olmadığı ile kalıyor. Büyüyüp okuldan ayrıldıkları zaman geldiğinde, tamamlanacakları vakte kadar barınacakları kulübeye geçiyorlar. O kulübelerde kendilerine öğretilmiş olan şekilde yaşıyorlar. Ve organlarını bağışlamaları gerektiği iletildiğinde de boyun eğip görevlerini yapıyorlar.

Bu fonda anlatılan üç karakterin hikayesi, klon ilişkileri hakkında birşeyler söylüyor. İnsanın karakterinin gelişimi ile ilgili tartışılan konular, çevrenin etkisi, genetiğin etkisi inceleniyor. Bir kafeye gidildiğinde nasıl davranılacağı, nasıl seks yapacakları öğretilen klonlar yine de insanca duygulara sahip olabiliyor, ama bu insanca duygular acıma duygusu hariç bir duygu uyandırmıyor insanlar üzerinde. (poor creatures)

Bu bağışçı klonların üzerinden varlıklı kesimin hayatlarını kolaylaştırmak için kendi hayatını veren, kendi sağlıklarından vazgeçen, hayalleri olmayan ya da olsa da ulaşamayacaklarını kabullenmiş, ait oldukları zümreden asla çıkamayacaklarını kanıksamış alt tabakaya, işçi sınıfına, emekçilere bir metafor yaratmış eser. Öğretilmiş şekilde yaşayan/yaşayamayan, sunulmayan imkanlarla yetinen, kendi deliğinde kalan ve tüm bu yontulma,rendelenme ile varoluşlarını asla sorgulamayan milyonlarla insan, henüz bu filmdeki gibi, zenginleri, iktidar sahiplerini yaşatmak için organlarını kelime anlamıyla vermeseler de, hayatlarını, hayallerini vererek filmde konu edilen distopik geleceğin/geçmişin aslen şimdiki zaman olduğunu göstermekte.

Bu planda gördüğümüz Kathy, Tommy ve Ruth’un birbirleri ile olan yine de insani ilişkileri izlediğimiz şeye yabancılaşmadan dikkatimizi üzerinde tutmakta başarılı olmuş.

Mark Romanek gibi en son işini baya uzun bir süre önce yapmış bir yönetmen adına bir kalburüstü bir iş çıkartılmış olması sevindirici, filmin gücünün kitaptan geldiğini tahmin edebilmekle birlikte bu tür hassas konularda sağa sola sapmadan derdini anlatabilmeyi başarması da azımsanmayacak bir iş.

8/10

No comments: