2 weeks ago
Thursday, September 17, 2009
Muse - The Resistance
Muse olgunluk dönemine giriyor.
Memleketleri Teignmouth adlı kasabada boş zamanlarında gidebilecekleri bir sinema dahi bulunmadığı için can sıkıntısından müziğe başlayan üç genç ilk albümleri Showbiz’i piyasaya sürerken çok değil 10 sene içerisinde dünyanın en popüler gruplarından biri olacaklarını tahmin ederler miydi acaba? Bilmiyorum. Ama işte, yıl 2009, milyonlar Muse’un yeni albümünü merakla bekliyor. Henüz albümün kaydına girildiği haberi geldiğinde çoğunluğun beklentisi tavan yapıyor, kimi bu yükselişi sürdüremeyeceklerini ve vasat iş gelirse şaşırmayacağını belirtiyor. Gibi gibi.
Neyse efendim, albüm elimize geçti, şimdiye kadar boş bir Muse albümü görmemiş olan ben yine hitlerle dolu, gümbür gümbür dinlenecek bir albüm bekliyordum, Black Holes’da yakaladıkları tadı bir adım ileriye götürmelerini mesela… Halbuki Matthew Bellamy ve arkadaşları bu sefer tam ters yöne girmişler, bu kadar büyük kitleler tarafından kabul görmek tam olarak kendi istedikleri müziği yapabilmeleri için cesaretlerini mi artırmıştır yoksa artık müziğin gittiği yöne gitmekten sıkılıp müziği beraberlerinde bir yere mi götürmek cazip gelmiştir bilemedim. Lakin son Muse albümü The Resistance, Muse’un popülaritesi çapında alternatif bir albüm. Pop’a göz kırpan catchy rock şarkıları yerine hazmı zor, komplike, sert ve aynı zamanda senfonik bir albüm gelmiş adamlardan. Yanlış anlaşılmasın, Muse’u dünyaya sevdiren Muscle Museum, Bliss, Plugin Baby, Hysteria, Supermassive Black Hole başta olmak üzere sayısız hit ve bu şarkıları içeren albümlerle hiçbir alıp veremediğim yok. Ama bu albüm onlar gibi değil. Queen’e benziyor mesela. Pink Floyd’a ve hmm, Gershwin’e, Lizst’e benziyor. Şimdiye dek hiç olmadığı kadar çoksesli, bir yandan elektronik öğeleri de eksik değil, yerli yerinde duruyor. Ama ekstradan Matthew Bellamy’nin synthesizer’ından çıkan senfonik tadlar pek bir leziz. Piyanolardan bahsetmiyorum bile.
Bu albümle beraber iyice ortaya çıkıyor ki, Muse en muhafazakar progressive dinleyicisinin bile önyargılarından arınarak dinlemesi halinde kabul edeceği gibi, artık saf progressive rock yapan bir grup. Her zaman yazdık, yine yazıyoruz (burada futbol yorumcusu tadını da yakaladım, fena olmadı) progressive rock’ta aradığımız şey dinlediğimiz müziğin ne kadar kompleks olduğu değil, ne kadar yeni olduğu. Muse bu yenilenme ve ilerleme işini The Resistance ile birlikte 4 albümdür yapıyor, daha da yapacak gibi duruyor.
Hemen hemen 54 dakika süren albümden öne çıkan şarkılar elbette var ama diğerleri sıradan olduğundan değil. Resistance harika bir şarkı ve geçişlerindeki kusursuzlukla sizi içine alıyor. United States of Eurasia bahsettiğim Queen tadını en yoğun biçimde alabileceğiniz eser. Albümün son üç parçasını oluşturan Exogenesis senfonisi inanılmaz. MK Ultra, Unnatural Selection albümün sert elemanları. Muse en iyi işlerinden birini çıkarmış.
Bu albümü, piyasaya ilk çıktıklarında Radiohead özentileri diye dalga geçilen ama günümüze gelindiğinde üretkenlikleri, ortaya koydukları işlerde tutturdukları kalite ve istikrarları ile dünyanın en büyük gruplarından biri olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye devam eden 3 İngiliz’in 10. yıllarının şerefine 10 puanla taçlandırmaktan mutluluk duyuyorum. The Resistance Muse’un en zor ve aynı zamanda en dolu albümü. Ve dinlediğinize pişman olmayacaksınız.
10/10
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment