Sunday, October 4, 2009

Transatlantic - The Whirlwind


Dönüş albümü.

Klasik progressive rock icra eden all-star grup Transatlantic Neal Morse’un müziğe dönüşü sonrası sıra kendisine ancak geldiğinden, üçüncü stüdyo albümünü ancak kaydetti ve yayınladı.


Grubu oluşturan elemanlardan ikisi Mike Portnoy ve Neal Morse gözümde baya sabıkalı adamlar aslında müziğe-hayata bakışları açısından. Mike Portnoy’u çok konuştum tartıştım, fikrimi bilmeyenler için kendisinin samimi olmadığını düşünüyorum konu müzik olduğunda, mesleği müzisyenlik olan birisi için bile fazla ticari hareket ettiği fikrindeyim. Neal Morse ise zamanında Spock’s Beard’le tanıdığımız sevdiğimiz bir insandı. Ardından Tanrı’nın kendisiyle konuştuğunu ve müziği bırakmasını istediğini öne sürdü, elini ayağını çekti ortamlardan. Bunu artan popülaritesi ile yakasını kendisini frenleyen diğer projelerinden kurtarma girişimi olarak görmüştüm, bir süre sonra müziğe solo projeleri ile dönmesi ile “haksız değilmişim” dedim. (İnsanlar kızının hastalığı sonrası kendini dine adadığını falan söylerler, dediğim gibi samimi bulmuyorum, en azından müziği bırakma ve tekrar geri dönme noktasında)

Neyse, konu Transatlantic, her ne kadar Neal Morse ve Mike Portnoy grubun kitlelerce takip edilmesini sağlayan iki adam olsa da, grubu sadece kendileri üzerinden önyargıyla değerlendirmek diğer üyeler Flower Kings’den Roine Stolt ve Marillion’un efsane adamı Pete Trewavas’a saygısızlık olur.

Önceki iki albümleri SMPT:e ve Bridge Across Forever, tarzı sevip sevmemenize bağlı olarak insanı melodiye doyuran uzun epiklere sahip gayet sağlam albümlerdir. The Whirlwind’de de grup tarzını bozmamış, öngörülebilir trafik ve geçişlere sahne olmakla beraber şahane enstrüman kullanımı ve kendini dinleten bestelerle dolu bir kayıt çıkarmışlar. 1 saat 17 dakikalık tek şarkı (The Whirlwind) albümün tamamını kaplıyor ve 12 parçadan oluşuyor.

Daniel Gildenlöw’ün de konuk olduğu iddia edilen (ben pek duyamadım ama inanılmaz dikkatli dinlediğimi de söyleyemem) albümü ben bir daha aklıma gelir de açar mıyım bilmiyorum. İki kere dinledim ve sevdim. Ama “hadi Transatlantic dinleyeyim” dediğim zamanlar geçti. Mike Portnoy’un kendisini Dream Theater’da kurtaramadığı formülize müzik burada da var sonuçta, bu sefer 70lerde ağababası yapılmış olanları tekrar sunuyorlar. Ha şikayetçi miyim? Konseptleri bu. “70ler müziği yapıyoruz” diyen bir grubu modernize olmamak ve yeni bir şeyler sunmamakla suçlayacak kadar saf da değilim sonuçta. Bu albümü formülize olmasına rağmen tekdüzelikten kurtaran da her ne kadar dünya görüşünden hazzetmesem de Neal Morse’un müthiş beste yazarlığı. İşe favori basçılarımdan Pete Trewavas ve Roine Stolt da katılınca güzel bir albüm çıkıyor işte.

Uzak kalmamalı, dinlenmeli. Yine de kesinlikle sahip olunması gereken bir albüm de değil.

7/10

2 comments:

manic-depressive said...

Portnoy'u bende sevmem. Ama Neal Morse'a büyük haksızlık ediyorsunuz. Kulaktan duyma bilgilerle Neal Morse'u Portnoy'a benzetmeniz yanlış. Spock's Beard üyelerinin (özellikle kardeşi)geri dönmesi için ne kadar baskı yaptığını okumuştum. Çok önemli bir adam kesinlikle... Ayrıca Roine Stolt ve Pete Trewavas'a çok az yer vermişsiniz. İkisi de Progressive Rock'ı layıkıyla yapan nadir insanlardan...
Ayrıca The Whirlwind albümü de bence senenin en iyi progressive rock albümü...(OSI-Blood albümündeki Stockholm yüzünden:))

Deniz said...

Bu yorumu görmemişim, özür dilerim öncelikle. Benim samimiyetsizliğinden bahsetmem tamamen "Tanrı benim müziği bırakmamı istedi" demesi ve sonradan çark edip müziğe dönüp solo projelerle devam etmeyi seçmesindendir. Zaten Spock's Beard'in ısrarı üzerine gruba dönmemesi de dediğimi destekliyor, adam solo olarak takılmak istemiş.